Kimya Sektörü Son 20 Yılda Kazandığını 2 Yıldır Eritiyor
DÜNYA ve ASO tarafından düzenlenen yuvarlak masa toplantısında bir araya gelen ASO petrol ve kimya sanayi komitesi, sektörün temel problemlerini ele aldı. Her iki sektörün temsilcileri ithalat oranının yüksekliğine dikkat çektiler.
DÜNYA ve ASO tarafından düzenlenen yuvarlak masa toplantısında bir araya gelen ASO petrol ve kimya sanayi komitesi, sektörün temel problemlerini ele aldı. Her iki sektörün temsilcileri de ithalat oranının yüksekliğine dikkat çekerek, verilecek desteklerle cari açığın azaltılmasına katkı sağlayabileceklerine vurgu yaptılar. İlaç sanayicileri özellikle SGK’nın fiyat politikasının üretimi sürdürülebilirlikten uzaklaştırdığına değinirken, kimya sanayicileri artan maliyetler ve sigorta şirketlerinin sektörden uzak durmasından yakındı.
Yaklaşık 45 yıldır sanayici olan, aynı zamanda DEİK Tanzanya İş Konseyi Başkanlığı’nı yürüten Dinçsa İlaç Yönetim Kurulu Başkanı ve ASO Yönetim Kurulu Üyesi Aytaç Muhittin Dinçer, Türkiye’deki büyük firmalarla yabancı şirketlere ilaç ürettiklerini söyledi.
Dinçer: İlaç Fiyatları Kabul Edilebilir Sınırın Altına Geldi
Türkiye’de özellikle son 15 senede sağlık sektöründe gerçekten inanılmaz şeyler yaşandığını, halkın ilaca ve sağlık hizmetlerine dünyanın hiçbir yerinde olmayan kolaylıkla ulaşılabildiğini hatırlatan Dinçer, “Bugün Türkiye’de SGK’nın halka sağladığı imkanları hiçbir ülkede göremiyoruz. Neredeyse sınırsız imkanlar var. İlaca erişim konusunda dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi olduk. Hemen hemen her hastanın ilacını devlet karşılıyor. Türkiye’deki ilaç erişilebilirliği gelişmiş ülkelerde bile yok. ABD’de olan birçok ilaç Fransa’da, Fransa’da olan da ABD’de bulunmuyor ama bütün ülkelerdeki ilaçlar bizde mevcut. Bu gelişmeler devletin halka verdiği önemi gösteriyor” dedi.
Yaşanan bu gelişmelere ilaç sektörünün, özellikle yerli üreticinin çok büyük katkıda bulunduğunu kaydeden Dinçer, “İlaç firmaları bu süreçte çok büyük fedakarlık yapıyor. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki fiyata ilaç yok. Artık ilaç fiyatlarında dayanılmaz noktalara geldik. Tamam, devletimize, halkımıza katkımız olsun, ilacı ucuza verelim ama bu kabul edilebilir sınırın altına geldi. Mevcut durum giderek bizi zayıflatıyor, ekonomik gücümüz azalıyor. Ayrıca yerli üreticiler genellikle jenerik ilaçlar üretiyor. 15 yıl önce sektörde yerli üretimin payı yüzde 65’in üzerindeydi. Yerli ilaca daha fazla destek verileceği belirtilmesine rağmen, geldiğimiz noktada pazar payı yüzde 65’ten yüzde 35’e düştü” ifadesini kullandı.
Büyüme Yerli İlaçla Olmalı
Türkiye’de ilaca kolay erişim için dünyanın her yerinden ilaç geldiğini, oysa dünyanın birçok ülkesi eğer kendi üretiyorsa başka ülkeden ilaç ithal etmediğini kaydeden Dinçer, “Biz istiyoruz ki büyüme yerli ilaçla gerçekleşsin. Yerli ilaç tercih edildiğinde özellikle jenerik olanlarda fiyatlar farklılaşabilir ama bu artış bizi AR-GE’ye yönlendirir. Böylece daha fazla jenerik, hatta orijinal molekül bile yapabiliriz. Son yıllarda kârlılığımız iyice bittiği için AR-GE yapamıyoruz. Jenerik ilaç ilk piyasaya çıktığında orijinalin o zamana kadar satış yaptığı fiyattan yüzde 40 aşağı satılmaya başlıyor. Yani yerli ilaç bütçeye büyük destek sağlıyor ama keşke fark yüzde 40 değil daha az olsa. Biz de iyi kâr sağlayıp, firmalarımızı güçlendirebilsek. Avrupa’da ilaç üreticisinin depocuya satışı 100 euro olan bir ilacın Türkiye’de jenerik olarak SGK listesine girebilmesi için 156 TL’den verilmesi isteniyor. Euronun 7 lirayı aştığı düşünüldüğünde arada dört kat fark var. Üretici olarak bunun altından kalkmamız mümkün değil” açıklamasını yaptı.
İthal ürünlerin yerlileştirilmesi çerçevesinde bir çalışma yapıldığını ve bir kısmının artık Türkiye’de üretildiğini ama bunun tartışılabilecek bir konu olduğunu vurgulayan Dinçer, “Biz ithal ürünleri yerlileştirdik fakat yerli sermayenin pazarda büyümesini engelledik. Aslında dünyanın en kaliteli ilacını yapan altı-yedi ülkeden birisiyiz, üstelik daha önce yapamadığımız biyoteknolojik ilaçlarda da gelişmeler yaşanıyor. Ülke olarak hedefimiz sadece ucuz ilaç almak olmamalı. Yerli üreticinin para kazanmasını sağlamak zorundayız. Böylece sektörü rahatlatıp Türkiye’de üretilmeyen ilaçları üretecek AR-GE altyapısını oluşturabiliriz” bilgisini verdi.
Jenerik İlaçlar SGK Listesine Otomatik Girmeli
Bugün ilaç sanayinin en büyük sıkıntılarından bir tanesinin SGK’nın alım ilkeleri olduğuna işaret eden Dinçer, şunları kaydetti: “Türkiye’de jenerik ilaç yapılıyor. Bunun bir ruhsat süreci var, ciddi denetimlerden geçiyor, ciddi işlemler ve analizler yapılıyor. Sağlık Bakanlığı komisyonları inceliyor ve ruhsat alınıyor. Sonra SGK’ya gidiyoruz, ilaç komisyonları var, tekrar sıraya giriyoruz. SGK’nın bir ürün ihtiyacı varsa, bu da Türkiye’de üretilebiliyorsa ben niye tekrar listeye giriyorum? Sağlık Bakanlığı’nca ruhsatlanan ürünlerin, satış müsaadesi almasının ardından SGK listesinde bu ürünün orijinali veya jeneriği varsa, bu ürünün de SGK geri ödeme listesinde aktif olması ekonomik olarak üreticiye katkı sağlayacak. SGK jenerik ilacı niye bir daha listeye dahil ediyor? Zaten Sağlık Bakanlığı fiyatı belirliyor, indirimler yapılıyor, ilaç firmaları bir daha niye sıra bekliyor? İlacı belli ilkeler çerçevesinde ürettiysem, listeye girmeden aynı şartlarda almam lazım. SGK, yılda birkaç kez liste açıklıyor ve sırada bekliyorsunuz, oysa ilaç üretim o kadar kolay ve basit değil. Eğer ilacı piyasaya vermezseniz, listeye giremiyorsunuz. Yani önce piyasaya verip sonra listeye girmeyi bekliyorsunuz. Bu sırada ilaçlar boşuna bekliyor. SGK hangi ilaçları alacağına karar vermeli ama liste işinin dışında olması lazım. Zaten biz şu anda yurt dışındaki fiyatın dörtte birine ilaç satıyoruz. Türkiye’de kalifiye elemanlarla gayet modern tesislerde üretim yapılıyor. Aslında bizim bu imkanlarla daha fazla ihracat yapmamız lazım. Fakat ilaç ihraç edeceğimiz ülkeler, SGK satış fiyatlarımızı bir şekilde öğreniyor ve alım için aynı fiyatları bizden bekliyor. SGK fiyatları bile bizi zorlarken, bu rakamlarla ihracat yapılamaz.”
Karpuzcu: Yüzde 15 Zam Oranı ile Yatırım Mümkün Değil
İlaç sektörünün dünyanın her ülkesi için stratejik bir alan olduğu için yatırım ve AR-GE teşvikleriyle desteklendiğini bildiren Drogsan İlaçları CEO’su Mustafa Karpuzcu, sektörlerin dünya ticaretindeki sıralamalarına bakıldığında ilaç, bilişim ve savunmanın öne çıktığını söyledi.
Bu durumun 10-20 yıl projeksiyonunda değişmeyeceğinin öngörüldüğünü belirten Karpuzcu, “Ülkemiz savunma sanayinde kamu ve özel sektör aracılığıyla başlattığı hamleyle oldukça yol aldı. Yapıları gereği hemen hemen özel sektör gelişiminin gerekli olduğu bilişim ve ilaç endüstrisinde de benzer atılımlar yapılmalı. Bazı yatırım ve TÜBİTAK aracılığıyla AR-GE destekleri var ama bunlar maalesef henüz yeterli değil” dedi.
Şu anda sektörün dar boğazının ilaç fiyatları olduğunu ifade eden Karpuzcu, “Bilindiği gibi ilaç fiyatları devletin kontrolünde ve 2009 ile 2015 yılları arasında hiç zam yapılmadığı gibi fiyat kararnamesi ve SGK iskonto oranlarındaki değişikliklerle fiyatlar düşürüldü. Drogsan olarak bu dönemde ihracatımızı artırmaya yöneldik. Geçen yıl verilerine göre sektörümüz büyük oranda cari açık veriyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 17 seviyelerinde kaldı ve bu da kabaca 4 milyar dolar cari açık demek. Türkiye’deki çok ucuz olan fiyatlarla ihracat yapmak da kârlılığı sağlamıyor ve bu nedenle birçok projeden vazgeçmek zorunda kalabiliyoruz. İlacın yüzde 70-80’inin alıcısı konumunda olan devletin fiyat artışlarını minimum düzeyde tutmak istemesi belki anlaşılabilir bir durum ama ‘fiyat kararnamesi gereği geride kalan yılın euro kurunu alıp bunun ortalamasını bulduktan sonra yüzde 70’ini hesaplayarak fiyatlar için sabit kur olarak kabul etmek sorunu çözmüyor. Ayrıca 2018 yılında bunu dahi yapmayıp zam oranını yüzde 15’te sınırlı tutan bir sistemle bizlerin yatırım yapabilmesi, katma değeri yüksek ilaçlar geliştirebilmesi mümkün değil” ifadesini kullandı.
İhracat teşviklerinin ele alınması gerektiğini vurgulayan Karpuzcu, “Örneğin ihracatı yapılan bir ürünün belli oranı firmanın Türkiye’de sattığı aynı ürün için SGK kamu kurum iskontosu olarak verdiğini yıl sonunda, özel ihracat teşviki kapsamında firmaya verebilir. Bu tüm sektörü dış satışa daha fazla yönlendireceği gibi yeni ürün geliştirilmesini de sağlayacağına inanıyorum” açıklamasını yaptı.
Yakın: Mevcut İşletmeler Desteklenmeli, Yerli Yatırım Teşvik Edilmeli
Kimya sektörünün ülkenin gelişmişliğini belirleyen en önemli etken olduğuna işaret eden Başkentliler Boya Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yakın, “Kimya ülkemizin de olmazsa olmazı. Fakat sektörün gelişerek ekonomiye sağlayacağı katkının artırılması için yerli yatırımcıların teşvik edilmesi ve mevcut işletmelerin sürdürülebilirliğinin artırılması gerekiyor” ifadesini kullandı. 2011 yılında OSTİM’de gerçekleşen patlamaların boya üretiminden kaynaklanmamasına rağmen sektörün üzerinde kara bir leke olarak kaldığını söyleyen Yakın, bu nedenle ruhsatlandırmanın firmalar üzerinde ciddi bir yük olarak kaldığını anlattı. Patlamaların gerçekleştiği tarihten bu yana Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin il sınırları içinde boya imalat sektöründe ruhsatlandırmayı tamamen durdurduğunu ifade eden Yakın, mevcut firmaların geçici ruhsatlarını birer yıllık uzatmalarla kullanmaya devam ettiklerini kaydetti.
Prosedürler Sektörün Önünde Engel Teşkil Ediyor
Halihazırda Ankara’da 50 tane irili ufaklı boya üretimi yapan firma olmasına rağmen iki-üç tanesi hariç imalatlarında kullandıkları solventleri, solvent olarak temin edemediklerinin altını çizen Yakın, şöyle devam etti: “Toluen endüstriyel tiner, ksilen fırın tineri olarak alınıyor. EPDK prosedürleri ve YMM tasdik raporu, ÖTV açma kapatma işinin külfeti yıllık yaklaşık 100 bin TL. 100 tonun altında solvent kullanan firmalar bu maliyetler yerine ÖTV’siz ürün alabilecekken ÖTV ödeyerek satın almalarını tiner olarak yapıyor. Bu maliyetlere katlanmaya razı olan üreticiler bu sefer de üç sene sonra kapasite raporu yenilenmesi sürecine giriyor. Rapor hazırlanırken doğrulama süreçlerinde bin ton boya imal edilmiş olmasına rağmen, kapasite raporunda belirtilen solventlerinin (ksilen, toluen) kullanıldığı doğrulanamıyor. İmalatta kesilenve toluen yerine fırın ve endüstriyel tiner kullanıldığının açıklanmasına rağmen, TOBB gerçekleştirdiği incelemelerde, üç yıldır hiç ksilen, toluen kullanılmamış gerekçesiyle tiner kapasitesinin iptaline gidiyor. Bu durum vergi denetimlerinde ise firmanın tedarikçi olarak nitelendirilip üretici olmadığı yönünde bir algı oluşturuyor.”
Kur Farkı Sanayicilerin Üzerinde Büyük Bir Yük
Boya imalatında yanıcı, parlayıcı madde kullanımının fazla olması nedeniyle yüksek tehlikeli işler kategorisinde olduğunu vurgulayan Yakın, “Belediyenin güvenli tarafta kalma çabası istenmeyen bir durum olması halinde firmanın kapasite raporu referans gösterilerek su bazlı ruhsat alındığı fakat solvent bazlı üretim yapıldığı gerekçesine temel oluşturuyor. Beraberinde 500 bin lira tutarındaki otomatik yangın söndürme sistemi, 200 tonluk su deposu ve bütün makinelerin ex-proof olmasına rağmen banka kredisiyle yaptırdığımız fabrikanın sigortalama işlerinde de problem yaşıyoruz” bilgisini verdi. Sektörün kullandığı hammaddenin yüzde 80’ini ithal ettiğini kaydeden Yakın, dövizle peşin olarak satın alınan ürünün TL bazında ve vadeli olarak sattıklarını söyledi. Oluşan bu kur farkı tamamen sanayicilere kaldığı için ya faiz ödemek durumunda kaldıklarını ya da bankalardan kredi bularak işlerini yürütmeye çalıştıklarını ileten Yakın, tüm bu sebeplerle 20 yılda kazandıklarını son iki yıldır erittiklerine dikkat çekti.
OSB’lerde 5 Bin Metrekare Zorunluluğu Kaldırılmalı
Ruhsatlandırmama işlemlerinin gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Yakın, kapasite tespiti yapacak personelin de konunun uzmanı olması ve raporlarının gerçeğe uygun vermesi gerektiğini söyledi. Boya sektörünün çok kısa sürede çok ciddi rakamlar üretebilen bir yapıda olduğunu belirten Yakın, kanununa göre OSB’lerde 5 bin metrekarenin altında parseller oluşturulamadığını belirtti. “5 bin metrekare parselde yaklaşık 3 bin metrekare civarında yapılanmanız gerekiyor” diyen Yakın, firmaların üretim alanlarını etkileyen bu tabloya yönelik şu bilgileri verdi: “Ankara’da şu an üretim yeri 3 bin metrekare olan bir veya iki firma var. Diğer fabrikaların hepsi ortalama 400-500 metrekare büyüklüğünde. Bizim talebimiz OSB’ye daha küçük parseller oluşturularak ortalama 3 bin metrekare civarında, bin 500 metrekare kapalı alan olacak şekilde düzenleme yapılması yönünde. Aksi takdirde işletme sermayesinin büyük bir kısmı mülke yatırılacağı için sağlıklı bir üretim sürecinden bahsedilemez.”
Parayla Sattığımız Ürünü Şimdi Para Verip Taşıtıyoruz
Kimya sektöründeki kontamine atıkların (variller, bezler gibi) yasal zorunluluk gereği geri dönüşüm firmalarına para ödeyerek taşıtıldığı bilgisini veren Yakın, parayla sattıklarını şimdi dönüşüm firmalarına para ödeyerek taşıttıklarını söyledi.Yıllık birkaç kez atık çıkışı yapılmadığında çok ciddi cezalar geldiğini kaydeden Yakın, “Aylık 20 kilo bezi kontamine atık olarak bildirdiğinizde dönüşüm şirketine vermek için 200 lira nakliye parası ödüyoruz. Her form için 2 bin lira çevre firmasına veriyoruz. Sonuç olarak bu işi gerçek anlamda yapacak firmaların bir bölge içerisinde toplanıp başından sonuna sürecin kontrol altında tutulması gerekiyor. Bu da kimya ihtisas organize sanayi bölgesinin kurulmasıyla mümkün” dedi.
Stratejik Ürünlere Yönelebiliriz
Sektörde rekabet edilebilirliğin artırılması ve günümüz teknolojisine uyum sağlanması açısından ürün çeşitlendirmenin ve kamu kurumlarıyla işbirliği yapmanın kaçınılmaz olduğunu açıklayan Yakın, şunları kaydetti: “Ankara içinde kimya ve boya sanayi sırf inşaat olarak değerlendirilmemeli. Ürün çeşitlendirmesi yapılarak özellikle savunma sanayinin gelişmesiyle birlikte tank, uçak boyaları, uçak solüsyonları kimyasalları ve çözücüleri gibi stratejik ürünler için de sektörümüz uygun. Böylelikle hem ileri teknoloji hem de katma değeri yüksek olan ürünlerle pazara girme olanağı doğar. Öte yandan kamu kurumlarındaki satın alma eğilimi üniversitelerden ürün temin etmeye yönelik. Kamu kurumlarının tecrübesiyle özel sektör işbirliğiyle başarılı işler yapabiliriz. Çünkü sektörümüz savunma sanayine özel ürünleri üretebilme noktasında teknoloji ve bilgi açısından yeterli.”
Çelik: İthalatçı Bizim gibi ÖTV’ye Tabi değil, Rekabet Edemiyoruz
“Dünyayı yapıştırıyoruz” sloganıyla kimya sektöründe 65 ülkeye ihracat yapan, mobilya, matbaa, ayakkabı, filtre, çocuk bezi gibi birçok sektöre endüstriyel yapıştırıcı üreten Sefa Kimya Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Çelik, kimya sektörünün yangın sigorta primleriyle ilgili çok ciddi sıkıntılar yaşanıldığını anlattı.
Sigorta yaptırmak istediklerinde şirketlerin prim oranlarını çok yüksek talep ettiğini belirten Çelik, “Bu noktada devletimizin yardımcı olmasını bekliyoruz. Yangın sigortası zorunlu sigorta kapsamına alınarak fiyat skalası oluşturulmalı ve acentelerin mecburen belli oranlarda sigorta yapması sağlanmalı” dedi.
ÖTV’li ithal hammadde getirerek üretim yapan ve yurt içinde satış yapmaya çalışan bir firmayla son mamulü yurt dışından direkt ithal eden ve ÖTV’ye tabii olmayan bir şirketin arasında haksız rekabet şartları oluştuğuna işaret eden Çelik, şöyle devam etti:
“Benzer bir durum ÖTV’li hammaddeyle ihracat yapan bir sanayicimiz için global pazar dikkate alındığında da söz konusu. Öyle ki, dış pazardaki ülkelerde ÖTV gibi bir uygulama bulunmadığından sanayicimizin rekabet gücü daha da zayıflıyor. Özellikle dış pazarlarda rekabet gücümüzü artırabilmemiz ve rekabet ortamında yeni pazarlara ulaşabilmemiz için ihracattaki KDV iadesine benzer şekilde ÖTV iadesinin de ihracatçı firmalara yapılması gerekiyor. İhracat yaparken karşılaştığımız bir diğer sorun da dahilde işlem uygulamalarında tanınan sürelerin kısalığı. Dahilde işleme rejiminin ihracatçıya kolaylıklar sağlayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Üniversite Sanayi İş Birliği Geliştirilmeli
Kimya sektöründe üniversite-sanayi buluşmasının düşük oranlarda olduğunu söyleyen Sefa Kimya Petrol Ürünleri Sanayi ve Dış Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Çelik, “Üniversitelerin geliştirdiği projelerin sanayide pazarlanarak hayata geçirilemediğini görüyoruz. Ayrıca, bu ve benzeri faydaları sağlamak adına TOBB Üniversitesi’nde kimya mühendisliği bölümü açılmasının elzem olduğu kanaatindeyim. Kimya sektörünün ülkemiz ve geleceğimiz için çok önemli ve stratejik olduğuna inanıyorum. Zira kimyanın gelişmesi bütün ülkeye yansıyacak” açıklamasını yaptı.
Cabbar: Kimyanın gelişmediği hiçbir ülkenin sanayisi gelişmez
Kimyanın girmediği hiçbir sektör olmadığının altını çizen ASO Genel Sekreteri Yavuz Cabbar, kimya endüstrisinin gelişmediği hiçbir ülkenin sanayisinin de gelişemeyeceğini kaydetti. Kimya sanayinde en büyük problemin dışa bağımlılık olduğunu söyleyen Cabbar, “Problemimiz dışa bağımlı olmak. Biz ana hammaddeleri üreten bir yapıda değiliz. Organik kimyasalların neredeyse tamamı petrol, doğalgaz esaslı. Biz petrol ithalatçısı bir ülkeyiz. Dolayısıyla organiklerde kullanacağımız hammadde sanayi kursak da dışa bağımlıyız. Bir teknoloji yoğun, iki sermaye yoğun. Yani çok para ve çok teknoloji gerekiyor. Hem teknoloji hem sermaye fakiri bir ülkeyiz. Ana kimyasalları ülkede üretemiyorsak bizim alt uç ürünlerde muhakkak dışa bağımlılığımız devam eder” ifadesini kullandı.
ÖTV meselesinin aslında kendiliğinden ortaya çıkan bir mesele olmadığını, 10 numara yağ problemini çözmek için devletin çıkardığını anlatan Cabbar, “10 numara yağ problemi çözmüyor. Burada, teknolojik olarak düşünemedikleri için ’10 numara yağ sorununu çözüyorum’ deyip ek vergi geliri elde etmek ve beraberinde de 10 numara yağla dizel yakıt arasındaki fiyat daralmasını sağlayarak problemi kısmi olarak çözüyor görünmek amacı taşınıyor. 10 numara yağ sebebiyle çözücülere diğer madeni yağlara ÖTV’nin konulması sadece kimya değil makine sanayini de etkiliyor” açıklamasını yaptı.
Temel Problem Sermaye ve Teknoloji
Temel problemin ana kimyasalları üretecek teknoloji ve sermaye birikimine sahip olmamaktan geçtiğine işaret eden Cabbar, konuyu şöyle detaylandırdı: “Ana kimyasallarda, organiklerde öyle ya da böyle dışa bağlı kalmaya devam edeceğiz. Çünkü petrolümüz yok. Kömürden bunlar üretilebilir mi? Şüphesiz üretilebilir ama henüz ekonomik değil. Doğalgaz gibi petrol gibi prosesi daha kolay, daha az teknoloji isteyen ve daha ucuz bir hammadde kaynağı varken siz kömürü işleyip de ana kimyasallar, organikler üretmeniz zaten mantıklı değil. İnorganiklerde avantajımız var. Hammaddelerimiz var. En çok söylenen, bor. Borun uç ürünlerine gidebilecek, katma değeri daha yüksek ürünlere gidebilecek bir potansiyeli var ve yüzde 70’i de ülkemizde. Nikel, krom gibi diğer inorganiklerde de var. Biz ama çoğunu ya maden olarak satıyoruz ya da az bir katma değer üzerine koyarak, hafif zenginleştirerek satıyoruz. Dolayısıyla bizim kimya sanayinin hammaddesi daha çok ülkemizde olan ürünler için konuşmamız gerekir. Orada da problem var hem teknoloji hem sermaye yoğunluğu fazla. Bunun için muhakkak devlet desteklerinin olması lazım ya da büyük sermaye gruplarının özendirilmesi gerekir. İnorganiklerde de organiklerde de limana yakın ihtisas sanayi bölgelerinin kurulmasına ülkemizde ihtiyaç var.”
Ankaralı kimya sanayicilerinin belki de basit operasyonlarla inorganik kimyasallara yönelebileceğini belirten Cabbar, “Nedir Ankara’nın inorganik mineral kaynakları? Yakın civarımızda inorganik hammaddeler neler? O civarda bir şey yapılabilir mi? Biz boyacı arkadaşlarımızı o yöne götürebilir miyiz? Ankara tarımsal üretiminde bu tür kıymetli yağları çıkarabileceğimiz neler var? Bu yönde biraz çalışma yapabiliriz. Ankara’da çok iyi kimya ve kimya mühendisliği bölümleri var. Hacettepe’de, Gazi’de, ODTÜ’de Ankara Üniversitesi’nde, TOBB’un da Ankara’daki üniversitelerin kimya ve kimya mühendisliği bölümleri kuvvetli. Bunları sanayiyle buluşturalım” ifadesini kullandı.
Nefes: Piyasa koşulları dengeleri bozuyor
Rekabetin kalite üzerinden değil, fiyat üzerinden yapılmasının işin kalitesini düşürdüğünü ve kârlılığı da olumsuz etkilediğine işaret eden Nefes, firmaların finansal olarak rahat hareket edemediği için karşılarına çıkan en küçük bir zorlukta çok ciddi çaba sarf ettiğini ve doğal olarak işin verimliğinin düştüğünü anlattı. Bakanlıkların sanayiciler üzerindeki katı kurallarının hiçbir şekilde dengelenmemesi özellikle çok tehlikeli sınıftaki üreticileri ciddi derecede etkilediğini kaydeden Nefes, “Piyasa kaynaklı çok zor şartlarda üretim yapmaya çalışan sanayiciler için ciddi sıkıntılar yaratıyor. Ayrıca bu duruma bir de sektördeki ödeme dengesizliği eklenince uzun vadede rekabet şansımız ortadan kalkıyor. Çünkü dövizle hammadde tedariki ve uzun vadelerin döndüğü bir sistemde rekabet şansınız kalmıyor. Yine kur farkının çok ciddi yükselmesi, petroldeki zam, hammadde sıkıntısı bir araya geldiğinde dengeler tamamen değişiyor” dedi.
Tehlikeli Üretim Yapanlara İhtisas Alanı Oluşturulmalı
Devletin özellikle çok tehlikeli sınıfta üretim yapan üreticiler üzerinde kurmak istediği sistemin ‘fabrika gelişsin, kendi üretimini, teknolojisin geliştirsin’ veya iş güvenliği bazında olmaması gerektiğini anlatan Nefes, şunları söyledi:
“Bunu yaparken bir malın alımından satımına kadar bütün kontroller sağlanırken ödeme sistemi tamamen piyasanın karmaşasına bırakılmış durumda. Bahsetmiş olduğumuz bu sıkıntıların çözüme ulaşması uzun vadede elbette mümkün. Devletin bizim gibi çok tehlikeli sınıfta üretim yapan üreticilere destek olacak şekilde yaklaşması çok daha güzel sonuçlar doğurur. Bir de yeni kurulmakta olan Sincan OSB’nin genişleme sahasında bizler gibi çok tehlikeli sınıfta üretim yapan sanayicilerin bir araya getirilerek ihtisas alanı oluşturması gerekiyor. Bu konuda sanayi odalarından bakanlıklara kadar herkesin elinden geleni yapmasını umut ediyorum. Böylece sistemdeki sıkıntıları kısmi de olsa aşmamıza yardımcı olacağına inanıyorum.”
Kaynak : dunya.com